1914-1918 Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti yıkılmış, toprakları galip devletler tarafından paylaşılmış, 30 Ekim 1918’de İngilizlerle imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile memleketin dört bir yanı bilfiil işgal edilmiş, tersanelerine girilmiş, orduları dağıtılmış, silahlarına el konmuş, halk yokluk ve yoksulluktan yorgun düşmüştü. 10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşması ile Türklere ancak Anadolu içlerinde birkaç vilayet bırakılmıştı.
Asırlardır birlikte yaşamış, acılarını ve sevinçlerini paylaşmış Ermeni, Rum, Yahudi ahalinin, Amerikan, Rus, İngiliz, Fransız gizli ajanları tarafından kandırılmış çeteleri, Müslüman halka karşı her türlü eziyeti yapmaktan geri kalmıyorlardı. Ortada ne komşuluk, ne vatandaşlık hak ve hukuku kalmıştı. Çeteler bitmek, tükenmek bilmeyen kin ve düşmanlıkla suçsuz günahsız halka saldırıyor, malını, mülkünü yağmalıyor, namusu ve şerefini ayaklar altına alıp çiğniyordu.
Derken Anadolu’nun, Trakya’nın her köşesinden düşmanın baskısına, zulüm ve işkencelerine karşı direnişler, kurtuluş mücadeleleri başladı. Belki silahları, cephaneleri yoktu. Ama mangal gibi yürekleri, azim ve kararlılıkları vardı. Yüksek dağ başlarında, yaylalarından yükselen bayrak, aradığı lideri bir Mayıs sabahı Samsun’da buldu. Adı Mustafa Kemal’di. Parola, “ya istiklal, ya ölüm”dü.
Bundan sonra Anadolu’nun dört bir köşesinden yiğitlik, kahramanlık destanları yükselmeye başladı. Ama bu yeterli değildi. Ülkenin topyekun düşman işgalinden kurtulması için düzenli orduların kurulması gerekiyordu. Elbette kendi başlarına buyruk milis güçlerinin düzenli orduya geçmesi kolay olmadı. Ama her şeye rağmen kurulan düzenli ordularla asker ve silah bakımından güçlü Yunan ordularına karşı ilk zaferler kazanılmaya başladı. Ve yeni Türk devletinin temeli 23 Nisan 1920’de TBMM Ankara’da toplanarak atıldı.
Türkün ölüm kalım mücadelesinde 13 Eylül 1921 kazanılan Sakarya meydan savaşı, tarihi bir dönüm noktası olur. Türklerin Avrupa’da, Afrika’da, Asya’da toprak kayıp ederek geri çekilme aşaması durmuştur. Ayrıca Sakarya Meydan Savaşları dünya savaş stratejileri bakımından da bir dönüm noktasıdır. Taktik gayet net ve açıktır. “Hattı-ı müdafaa yoktur, sathı-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.” Yani bir mevzide kaybetmişsen, biraz ötede yeni bir mevzi alıp memleketi savunmaya devam edersin.
Düşmanın ülkenin tamamından sökülüp atılması için 26 Ağustos 1922’de Afyon’da başlayıp, 9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtarılması ile biten büyük yürüyüş İngiltere’nin desteği ile hareket eden Yunan ordularının kesin yenilgisi ve Türk ordularının zaferi ile sonuçlanır. 30 Ekim 1918 ile 9 Eylül 1922 arasında yaşanan Türk’ün şanlı direnişi, dünyanın her tarafında esir mazlum milletler için de bir kurtuluş ve umut ışığı olur.
Ve 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması mutlu sondur. Kim ne derse desin bu antlaşma Türkiye’nin, Türkiye Cumhuriyetinin tapusudur. Sahibi Türk Milletidir. Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olan “Ne Mutlu Türküm Diyene” ifadesi ile bütünleşen herkes Türk’tür ve Türk Milletinin şerefli bir üyesi, ferdidir.
29 Ekim 1923’de Cumhuriyet ilan edilir. Çünkü Türk Milletinin ruhuna ve yapısına en uygun yönetim şekli Cumhuriyettir. Türkiye Cumhuriyeti yönetim şeklinde “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir”. Türkiye Cumhuriyetinde bütün kurumlar gücünü halktan alır. Halk adına bu yetkiyi kullanır ve ülkeyi yönetir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan itibaren devletin gücünü temsil eden yasama, yürütme ve yargı organlarının ayrılığı ilkesi benimsenmiştir. Yasama görevlerini TBMM, yürütme görevlerini hükümet, yargı görevlerini de mahkemeler yerine getirir. Devlet işlerinin hakka, hukuka ve adalete uygun olarak yürümesi için bu güçlerin birbirinden bağımsız hareket edebilmesi gerekir.
16 Nisan 2017 tarihinde yapılan halk oylaması ile Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmiş yürütmenin gücü, yasama ve yargı erklerine göre artmış ve sakıncaları ortaya çıkmaya başlamıştır. Sistemin aksayan taraflarının gözden geçirilmesi gerekmektedir. Halk tarafından seçilen cumhurbaşkanının yetkilerinin artması belki işlerin daha çabuk ve kolay yapılmasını sağlar. Ancak alınan yanlış bir karar ülkeye ve insanlarımıza büyük zararlar verebilir.
Evet, bitirelim, geçmişini bilmeyen geleceğini ne bilir?
Hoşça ve sağlıcakla kalın
Bu haber 961 defa okunmuştur.