![]() | ||||||||||||||||||||||
| ||||||||||||||||||||||
| ||||||||||||||||||||||
Sponsor Alanı![]() Ana MenüSponsor Alanı![]() Sponsor Alanı![]() EN ÇOK OKUNANLARHAVA DURUMUSaatSponsor Alanı![]() Ziyaretçi Bilgileri
|
![]() ALPARSLAN TÜRKEŞ VE KIBRISKuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde Başbuğ Alparslan Türkeş'in 28. vefat yıldönümünde "ALPARSLAN TÜRKEŞ VE KIBRIS" konulu bir panel gerçekleştirildi.
ALPARSLAN TÜRKEŞ VE KIBRIS PANELİ “ALPARSLAN TÜRKEŞ VE KIBRIS” konulu panel Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ’in 28. Vefat yıldönümünde 04 Nisan 2025 tarihinde gerçekleştirildi. Panelde Anamurlu Araştırmacı Yazar Hemşerimiz Prof. Dr. Ulvi KESER geçmişten günümüze konuyla ilgili araştırmaları çerçevesinde panelde bir sunum gerçekleştirdi. Çok önemli ve tarihi belgelere dayanan konuşmaların yer aldığı bu panelle ilgili aydınlatıcı notları Prof. Dr. Ulvi KESER hocamız hazırladı. Konuyla ilgili olarak Prof. Dr. Ulvi KESER hocamızın analizi ve yaptığı konuşma notlarını fotoğraflarla birlikte haberimizin alt bölümünde sizlere sunuyoruz. Gazete ANAMUR
HABER - ANALİZ ALPASLAN TÜRKEŞ VE KIBRIS Prof. Dr. Ulvi KESER “Kıbrıs’ta doğmuş olmaktan ve Kıbrıslı bir Türk olmaktan daima iftihar duymuşumdur.” diyen merhum Alparslan Türkeş ölümünün 28.yılında KKTC’nin başkenti Lefkoşa’da düzenlenen bir organizasyonla anıldı. Devlet ricalinin en üst düzeyde katıldığı panelde KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanı Ziya Öztürkler de merhum Türkeş’le ilgili düşüncelerini ifade ettiler. Panelde şair, edebiyatçı Oktay Öksüzoğlu da bir konuşma yaparak 1960’lı yıllarda yazdığı “Kıtlık tarlaları” isimli çalışmasını Türkeş’e ithaf ettiğini ve yıllar sonra kendisine takdim etme imkânı bulduğunu belirterek merhum Türkeş’in şaka yollu kulağını çekerek yazdığı Kıbrıs’la ilgili şiiri çok beğendiğini ancak şiirde “bayrak” mevhumuna değinilmediği için eleştirdiğini ifade etti. Oktay Öksüzoğlu 1960’lı yıllarda Anamur’da faaliyette bulunan Anamur’un Sesi Radyosu’nda da görev yapmış bir kişiliktir. ![]() Panelde bir konuşma yapan hemşerimiz Prof. Dr. Ulvi Keser de onunla ilgili pek de bilinmeyen bazı hususlara değinerek özetle şunları aktarmıştır; 27 Mayıs darbesinden hemen 3 gün sonra Makine Kimya Endüstrisi Kurumu’nda denetleme yapan Milli Birlik Komitesi üyeleri Demokrat Parti’nin 3 en genç milletvekilinin MKE’den külliyetli miktarda silah ve mühimmat aldıklarını, karşılığının başbakanlık örtülü ödeneğinden karşılandığını öğrenirler. Bu vekiller bu kadar cephaneyi kimin için, neden almışlardır? Kimsenin hiçbir fikri yoktur. Hemen ardından Ankara’da Zir Vadisi ve Antalya’da Sıçan Adası yakınlarında iki askeri karargâh kurulduğu, burada “birilerinin” askeri eğitimden geçtiği de öğrenilir; ancak bunlar kimdir, ne maksatla silahlı eğitimden geçmişlerdir kimse anlayamaz. Oysa MKE’den o silahlar Kıbrıs’ta TC devleti ve Genelkurmay Seferberlik Tetkik Kurulu (STK/şimdiki Özel Kuvvetler Komutanlığı) tarafından desteklenen Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) için alınmıştır ve Anamur’dan gizlice adaya sevk edilmiştir. Ankara ve Antalya’daki askeri kamplar ise Kıbrıs’tan gizlice gelen TMT mensubu Kıbrıslı Türklerin askeri eğitimi için açılan kamplardır. Ortada bir Kıbrıs lafı geçmektedir; ancak hiç kimse ne olup bittiğini bilmemektedir. Oysa TC devleti 1 Ağustos 1958 tarihinden itibaren Kıbrıslı Türklerin kanlı terör örgütü EOKA karşısında can, mal ve en önemlisi de namus güvenliğini sağlamak için kurulan TMT’yi uzman askeri personel ve silah bağlamında desteklemektedir. Ne olduğu anlaşılmayınca şüphe ve tereddütler arasında “Menderes Kıbrıs’ta ordu kuruyor.” ve “Menderes’in gestapoları” daha sesli duyulmaya başlar. Ardından STK Başkanı Tümg. Daniş Karabelen emekliye sevk edilir, Kıbrıs’ta TMT’nin ilk komutanı “Bayraktar/Bozkurt” olarak adlandırılan ve adada İş Bankası Müfettişi Ali Conan kimliğiyle bilinen Alb. Ali Rıza Vuruşkan Eğirdir’de pasif göreve alınır, TMT’ye Anamur üzerinden silah nakli durdurulur, kamplar kapatılır ve bütün faaliyetler darmadağın olur. TMT başsız kalır, yeraltına gömülmüş mühimmat bakımsızlıktan paslanıp küflenir, rutubetten işlemez hale gelir. TMT mensuplarına moraller sıfırlanmıştır. İşte tam bu anda Milli Birlik Komitesi adına Alb. Alparslan Türkeş devreye girer ve meseleyi anlamaya çalışır. STK’nin iki numaralı adamı Alb. İsmail Tansu kara Harp Okulu’nda kendisinden bir devre büyük Alb. Türkeş’e durumu anlatır, Kıbrıs’ta yürütülen faaliyetlerden bahseder ve ondan yardım ister. İsmail Tansu albayın ifadesiyle “Bu izahatımdan sonra hayretler içinde boynuma sarılıp ‘Sağ ol. Bizi büyük bir hata ile skandaldan kurtardın.’ demişlerdi. Hatta Türkeş, ‘Kıbrıs faaliyetlerimiz için ne istekleriniz varsa bildir, derhal yerine getireceğiz.’ demişti. Ben de isteklerimizi sunmuştum. Alb. İsmail Tansu’nun kendisine gerekli açıklamalarda bulunması sonrasında Alb. Alparslan Türkeş de “Emret. Ne istiyorsun benden.” cevabını verir. Özellikle 1960 sonrası her dönemde ve parlamentoda olduğu yıllar boyunca “Kıbrıs için yapılan mücadele bitmiş değildir. Uzun süreceği ve çeşitli gelişmeler geçireceği muhakkaktır. Bizim umumi efkârımızda her şey bitmiş, zafer kazanılmış, sadece yapılacak iş olarak elde edilen toprakların iktisadi kalkınması kalmış gibi bir hava ve bir gevşeme temayülü görülüyor. Tehlikeli bir hatadır. Uzun ve çetin bir mücadeleyi göze almak ve herkesi şimdiden buna hazırlamak gerekir...” diyen merhum Türkeş sanki bugünleri öngörmüş gibidir. Şüphesiz bütün bunların yanında 27 Mayıs 1960 sonrasında Kıbrıs’ta olup bitenler hakkında kendisine bilgi verilen MBK üyesi Kur. Alb. Alpaslan Türkeş’in daha sonra 14 arkadaşıyla birlikte tasfiye edilmesi ve 13 Kasım 1960 tarihinde 19 Kasım’a kadar Mürted Askeri Havaalanı’nda tutulduktan sonra “zorla” emekliye ayrılarak geri dönmeyecek şekilde yaklaşık 850 gün sürecek Hindistan’a sürgüne gönderilmesi ise TMT faaliyetlerini tam anlamıyla çökertmiştir. Bu kadro değişikliğinden öte takip edilen yanlış Kıbrıs siyaseti ise Kıbrıs Türklerini 21 Aralık 1963 Rum saldırılarına götüren kapıyı ardına kadar açmıştır. Türkeş’in “Türk milleti için yalnız orada yaşayan Türklerin varlığı dolayısıyla önemli bir konu değildir. Bunun ötesinde, bunun üstünde Kıbrıs adasının Türkiye’nin güvenliği, egemenliği, bağımsızlığı için taşıdığı jeopolitik önemi de bilmek gerekir.” yaklaşımı burada önemlidir. İhtilalin kudretli Albayı Türkeş’in 27 Mayıs 1960 günü kendini göstermesinden sadece 29 gün sonra, 25 Haziran 1960 tarihli Amerikan Merkezi Haber Alma Ajansı (CIA) istihbaratına düşen “Kıbrıslı Albay Türkeş Kıbrıs’la özel olarak ilgilenmekte, Kıbrıs’tan gözünü ayırmamakta ve projeler hazırlamaktadır.” değerlendirmesi önemlidir. Aynı durum İngiliz istihbarat birimi MI6 için de geçerlidir ve onlar da örneğin 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı sonrasında Alparslan Türkeş’in adanın tamamının alınması yönünde ısrarcı olduğunu kaydederler. Türkeş’in “milli bir dava” ve siyaset üstü gördüğü Kıbrıs konusunda ortaya attığı ayağı yere sağlam basan önerilerinden birisi ise Kıbrıs’ın köyleri, dağları, ırmaklarının Türkçe adlarla isimlendirilmesi hususudur; ancak merhum Türkeş konuyla ilgili olarak “Bu hususta dikkatli, ölçülü ve bilhassa Türkçe bakımından zevkli davranmak üzere uzun vadeli bir çalışmaya girilmeli.” uyarısında da bulunur. Kıbrıs’la ilgili stratejisi her zaman fiili ve etkin müdahale olan Türkeş bu konuda hazırladığı projeleri devletin ilgili birimlerine de her daim sunmaktan geri kalmamıştır. Alpaslan Türkeş’in sözünü ettiği bu plana göre aralarında emekli bir albay olan Alpaslan Türkeş’in de bulunduğu bir grup emekli subayla iyi eğitim görmüş gençlerden oluşan özel bir birlik Anamur’a gelecek ve buradan gizlice Girne kıyılarına doğru yola çıkacaktır. Türkeş, gerekirse Ada’nın güvenli bölgesine 20 bin silâhlı gönüllü indirilebileceğini, bunların Kıbrıs Türk idaresi tarafından kendi birlikleri olarak tanıtılabileceğini, bu şekilde de Kıbrıs Türklerine karşı yapılacak insanlık dışı muamelelerin engellenebileceğini dile getirmiştir. Türkeş ayrıca, Türkiye eğer Kıbrıs meselesinde gereğini yapmakta aciz kalırsa Hatay, Kürt ve Ermeni meselelerinin de gündeme getirilebileceğini, bu nedenle de Türk Hükümetinin kararlı bir tutum sergileyerek süreci yönetmesi gerektiğini ve Hıristiyan unsurların tepkisini azaltmak için Papa Eftim ile yakın işbirliği içinde çalışılması gerektiğinin altını çizmiştir. Türkeş, 21 Aralık 1963 olaylarını da dile getirerek Türklere karşı katliam yapıldığını ancak Türkiye’nin harekete geçmesi gerektiği hâlde geçmediğini belirtmiştir. Türkiye’nin sürekli tehdit ettiğini ve bunu gerçekleştirmediği için de artık dünya tarafından ciddiye dahi alınmadığını hatırlatmıştır. Türkiye’nin kendisine 45-70 mil mesafedeki adaya asker çıkaramazken Yunanistan’ın 600-750 mil mesafeye kaçak asker çıkardığını ve dünyanın buna bir şey diyemediğini belirtmiştir.
Türkeş, Türkiye’nin temel politikasının Doğu Akdeniz ve Ege’de Anadolu’nun güvenliğini sağlamak olduğunu, Kıbrıs konusunda nihaî hedefin adanın tamamını kontrol etmek olması gerektiğini, uluslararası politik ortamın Türkiye’nin lehine kullanılabileceğini, askerî imkânlar açısından Türkiye’nin daha üstün bir kuvvete sahip olduğunu ve Kıbrıs’ta kuvvetlerimizin artırılmasının mümkün olduğunu belirtmiştir. 1- İngiltere, İsviçre veya müsait bir başka ülkede geçici Kıbrıs Türk Hükümeti’nin kurdurulması, 2- Geçici Türk Hükümetinin icra gücü olarak gönüllü mücahitler teşkilâtının kurulması, 3- İmroz ve Bozca Ada’nın Türkleştirilmesi, 4- Türkiye’de bulunan Yunan uyrukluların Türkiye’den çıkarılması, 5- Edirne-Pityon demiryolunun hudutlarımız içinden geçirilmesi için inşaatın başlatılması, 6- Yunanistan ile ticarî ilişkilerin kesilmesi, 7- Bulgaristan ile bir saldırmazlık anlaşmasının imzalanması, 8- NATO emrindeki iki ilâ üç tümenin çekilmesinin sağlanması, 9- Kıbrıs Özel Harekâtı için Türkiye’nin gayri resmî özel eğitim vermesi. Türkeş 28 Kasım 1965 günü gazetelere verdiği demeçte de aynı konuya değinir ve “En küçük bir hadise vukuunda Kıbrıs işgal edilmelidir. Ben olsaydım bu hadiseler 1963’te meydana gelir gelmez Türkiye’nin neresinde olursa olsun bir alay Kıbrıs’a giderdi. Adayı işgal ederdim. Dış politikada diğer devletlerden insaf beklenmemeli, yalvarmamalı, bugünden itibaren Türk milletinin hedefi Selanik, Batı Trakya ve Anadolu’nun devamı olan Ege Adaları olmalı.” der. 16 Aralık 1965 günü dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’le Kıbrıs eksenli bir görüşme yapan merhum Türkeş burada da “... Yunanlara istediğimizi kabul ettirebilmek için Kıbrıs’a gönüllü olarak 15-20 bin asker çıkarsak ve mühim bir bölgeyi elimizde bulundursak faydalı olur kanaatindeyim...” teklifinde bulunur ve “Erkan-ı Harbiye’nin de ihmal ve hataları olmuştur. Çıkarma yapılması mümkün olmayan yer mevcut değildir. En kuvvetli şekilde tahkim edilmiş bölgelere dahi çıkarma yapılabilir. Misallerini İkinci Cihan Harbi’nde gördük. İsterseniz muhalefet partileriyle Erkan-ı Harbiye toplansın ve zat-ı alinizin başkanlığında konuyu müzakere edelim.” diye de ekler. Bundan hemen bir gün sonra 17 Aralık 1965 günü Kıbrıs Türk Kültür Derneği’nin davetlisi olarak İstanbul’da bir konuşma yapan ve Kıbrıs meselesini “Türk milletinin haysiyet ve şeref davası ve hatta Türkiye’nin bir beka meselesi olarak değerlendiren” Türkeş aynı konuya değinerek “...Lozan Antlaşması gereğince Türkiye’den çıkarılan Rum göçmenleri Kıbrıs’a getirildi. Bunlar Anadolu’dan hınçla Kıbrıs’a gelmişler ve orada yerli Rumları da azdırarak Türklere karşı her fırsatta çeşit çeşit taşkınlıklar, çeşit çeşit tazyiklere, tecavüzlere girişmişlerdir... Yunanistan bu meselede de bize kıyasla çok ustaca, çok planlı ve uzağı görerek hareket etmiştir. ‘Eyvah Türkler bize zulmediyor, Türkler Rumları katliam ediyor, kesiyor. Yetişin.’ diye yaygarayı basmışlardır. Orada Rumlar adaya silah götürüyorlar. Hazırlık yapıyorlar ve bir taraftan da Türkiye’nin iç durumunu, dünya politikasını gayet dikkatle takip ediyorlar ve devamlı olarak propagandalarını yürütüyorlar. Dünyanın her tarafına serilmiş olan Yunan propaganda ağı Yunan diplomatik faaliyetleriyle el ele, beraber olarak işlemiştir. Bunlar olurken biz ne yaptık acaba? Bir tek kelime cevap; hiç. Pekiyi Türk elçiliği, Türk istihbaratı bu Rum-Yunan hazırlıklarını haber almıyor mu? Almış olması lazım. Haber vermiyor mu? Vermiş olması lazım. Vermemişlerse sorumludurlar. Vermişlerse bunları alanlar ne tedbirler almışlardır? Sizden de çok rica ve istirham ediyorum. Beni takviye etmek üzere acele polis kuvveti gönderiniz.’ diyecektir. 19 Ocak 1966 tarihli CKMP muhtırasında da Türkeş bu minvalde İskenderun, Antalya, Mersin ve çevredeki askeri üslerden istifade edilerek adadaki hava, deniz emniyetinin sağlanmasını, bunun mücadelenin sonuna kadar devamlılık arz etmesini, Yunanistan’a anlayacağı dilde sert bir cevap verilmesini, Türkiye’nin gayri resmi desteğiyle gönüllülerden oluşacak bir mücahit ordusu teşkil edilmesini de ifade eder. Hava-deniz hâkimiyeti ve adanın bugünkü stratejik pozisyonu başta ABD, İngiltere, Rusya, Fransa ve müttefikleri başta olmak üzere pek çok ülkenin, ayrıca AB, NATO gibi çok uluslu güçlerin Doğu Akdeniz’de konuşlanması, bütün dünyayı takip eden Echelon telekulak sistemi, çok farklı misyonlar üstlenen Agrotur ve Dikelya İngiliz üsleri esasında merhum Türkeş’in tam da 50 yıl önce parmak bastığı hassas dengelerin bir sonucudur. 20 Mayıs 1966 günü yaptığı açıklamada da Türkeş adaya yasadışı yollardan ve gizlice getirilen 25.000 civarında Yunan askeri personeline gönderme yaparak “...Kıbrıs’ta Yunanistan’a muvazi ve muadil bir kuvvet dengesi kurulmalı ve müzakerelere bu şartlar altında girilmelidir...” der. 8 Ocak 1966 günü parlamentoda yapılan Kıbrıs görüşmeleri sırasında da Türkeş ve dava arkadaşlarının Kıbrıs konusunda ortak görüşleri kuvvete dayalı fiili bir durum meydana getirilmesi yönündedir. 21 Mayıs 1966 tarihli konuşmasında da CKMP Genel Başkanı Türkeş Kıbrıs meselesinin bir Türk-Yunan meselesi olduğunu, “göz yaşlı, boynu bükük insanların hayat mücadelelerini tamamladığı, şehitler yatağı” olarak ifade ettiği Kıbrıs’ın Yunanistan’ın Türkiye’nin aleyhine olarak genişleme aşamasının bir parçası bulunduğunu belirtir ve “..Türkiye’yi yıkmak için Yunanların ileride kullanacakları atlama taşlarından birisi de Kıbrıs olacaktır.” der ve bunlara hiçbir ciddi karşılık veremeyen devlet adamları nedeniyle Türkiye’nin dünya efkarında oldubittilere boyun eğen ve beceriksiz bir devlet olarak algılandığını da belirtir. 6 Ekim 1967 günü Burdur’da halka seslenen ve adada silahlı kuvvet üstünlüğünü her daim elde bulundurmak gerektiğinin önemine vurgu yapan Türkeş bir kere daha adanın stratejik önemi ve Kıbrıslı Türklerin çektiği acılara değinerek “...Kıbrıs sorunu ancak bir askeri müdahale ile çözümlenebilir. Bu konuda Yunanistan’la masaya oturulmaz. Adada kuvvete dayanan fiili bir durum meydana getirmek ve bir an önce davayı çözmek lazımdır. Beklemek ve zaman kaybetmek büyük felaketlere neden olacaktır.” der. Alparslan Türkeş’in Kıbrıs’la ilgili stratejisi ana hatlarıyla “fiili ve etkin müdahale, caydırıcılık, kararlılık, kara propaganda ve dezenformasyona karşı etkin mücadele, özellikle Yunanistan’a karşı etkin lobicilik faaliyetleri, Kıbrıs’a özel İskenderun-Adana-Mersin-Antalya hattında özel kuvvetler konuşlandırılması, adaya yönelik operasyonların buna yönelik askeri eğitimden geçmiş “özel birlikler” vasıtasıyla yapılması ve Kıbrıs’ın istirdadı, yani geri alınması” üzerine oturmaktadır.” Panel bugüne kadar kurulmuş/yaşayan 52 Türk devletine ait bayraklar ve Türkeş fotoğrafları ve veciz sözleriyle donatılmış salonda plaket töreni ve soru-cevap bölümünün ardından sona ermiştir.
|
Sponsor Alanı![]() SON HABERLERSponsor Alanı![]() Son Dakika HaberSponsor Alanı![]() |
||||||||||||||||||||
Her Hakkı Saklıdır - 2012 (Fatma ARIKAN) Altyap?: MyDesign Haber Sistemi |